Ulu Şifacı Bacı Analarımızın resimleriyle dolu olan Gümüşler Manastırına bir de bizim gözümüzle bakalım. Anadolu’yu, Anati-Ulu Yer yapanları yakından görelim.
Gümüşler’deki Düşkünler Yurdunun duvarları Şifacı Bacı Analar ve tıp bilginleri Apolloniuslarla doludur.
Buradaki bütün duvar tabloları bize Türk Oğuz töresinden halkına kol kanat geren Tuana (Doğan) Beyleri ve Bacı Anaları anlatıyor. Keza, Türk mitolojisinin ünlü sembolü olan, bebeği koruyan kanatlı Umay Ana Meleği (Serafim) burada da en yukarıda resmedilmiştir.
1.TABLO
ÇOCUK SEVGİYLE BÜYÜR
Bu tablo, çocuk sevgiyle büyür imajıdır; sevgi en büyük ilaçtır.
Sevgi, çocuğun hayatla bağını kuvvetlendirir, şifayı katlar.
Tablonun verdiği sevgi mesajını bilgelerin hareketlerinden anlıyoruz. Çocuğa gösterilen sevgi devinimleri onun ruhunu neşelendirecek, cana can katacak, pozitif frekansları çocuğa aktaracaktır.
Tabloda, hasta çocuğu tutan hemşire, solunda elinde iki kuş tutan bilge çocuğu kuş sesiyle, müzikle eğlendirmekte olan bilge, sağında ise eteğini kaldırıp indirerek “ceee…” diye çocuğa şaka yapan bilge görülüyor. Genç hemşire de gülüşüyle bu neşeli sahneye katılmaktadır. Yerde ise bir doktor çantası vardır.
Tablonun en yukarısındaki silinmiş tasvir keza Umay Ana meleği olup yüzü tahribat görmüş haldedir.
2.TABLO
BOŞ MİHRAPTAKİ HEYKEL
Fresklerin en aşağısında görülen boş mihrapta şifacı ve bilimin hamisi birMelike Bacı Ana heykeli vardı. Muhtemelen,fonetik dönüşümlerle Hikati/Hekate /Oğuze/Aksameleği adlı heykel ya da Tuana kraliçesi Leyla Zeynep Sultan’ın heykeliydi.Roma’da Palmira’yı ve Tuana’yı yerle bir etme kararı (MS.3.yüzyıl) verildiği zamanı işaret etmektedir.
Benzer bir otacı kadın katliamı 1.yy’da Rize’de yaşandı.Hıristiyanlığın doğuşunda Romalılar Rize’de 3 bin otacı kadını büyücü-cadı ilan ederek yakarak öldürdü;Başoğuzlu kralımızın Rize kalesindeki hazinelerini, ilaç reçetelerini ve tıp kitaplarını soymaya gelen 1800 Roma askerini Anzer yaylasında delibal tuzağına çekip hançerleyen Petranlı (İkizdereli) Amazon kadınlardan intikam almaya geldiler.
(bkz.Prof.Murat Arslan, Roma’nın Büyük Düşmanı VI.Mitridate, biyografi, doktora tezi)
BaşoğuzluVI.MitridateEubadore/Mete Oğuz/Mohti Oğuz, panzehiri bulan kraldı ve Mitra’yı temsil ediyordu, MÖ.88’de tüm Ege’deki Yahudi köle tacirlerini kölelerine öldürtmüştü. Bundan cesaret alan köleler Roma’da ayaklanma başlatmıştı. Roma, Hıristiyanlığı devlet dini ilan ederek Mitraizmin yayılmasını engelledi; Milat ilan etti, tarihi sıfırladı. Artık Mitra(Hilal ve Boğa) kültüne ait ne varsa yerle bir edilecekti;Mete Oğuz’un sarayları, kaleleri, Hekate’nin heykelleri,darüşşifalar, kütüphaneler, gökbilim evleri, Mitra heykelleri, Petra kaleleri, Kırklar Tepeleri, Mitridate’nin heykelleri, at ahırları, soyuldu yakıldı.
Roma,Tuana kraliçemizLeyla Zeynep Sultan’ın Melike Halkına (Filistin) ağır ceza verdi. Çünkü, Roma askerini Gazze’den denize dökmüş, buğday başağı ve hilalli kendi parasını basarak Roma’ya baş kaldırmış, bilim adamlarıyla ülkesini yönetmişti. Filistin Melike halkının ve Sasani/Çeçeni devletimizin Türkmeneli eyalet kraliçesiydi, Palmira bilim şehrinin de hamisiydi ve ilk Sasani kadın halifeydi. Onu esir götürüldüğü Roma’da öldürdüler(MS.274). Kucağındaki çocuk veliaht oğlu Hasan’ı ise İstanbul Boğazını geçerlerken denize atarak öldürdüler. Hasan’ın yasına kraliçe Leyla Sultan’ın yası eklendi, Anadolu’da Roma’ya nefret katlandı. Roma ise, kendilerine yönelik nefreti Leyla Sultan’a ait ne varsa yakıp yıkarak cezalandırma yolunu seçti. Tuana bölgesinin bozlak ağıtları ona yakılmıştır.
Niğde Gümüşler’deki boş mihrap bize buradaki heykel ihtimaldir Leyla Zeynep Sultan’ın heykeliydi, diyor. Adana Bebekli Kilisesinde başında Mitra tacıyla gördüğümüz kadın heykeli de onun heykelidir. Mardin Bebekli Kilisedeki Şimuni(Şamani) Azize heykeli de onundur. Ağıtlarımızda defterine köle yazılan Leyla o Leyla’dır; Niğde Hasan dağında oğlunun adı vardır; kocası Doğan (Tugana) Beyin adı tüm bölgenin adıdır. Tuanalı bir bilge öldüğü zaman Mersin Mezitli’deki (Maz Ata-eli) özel alana onun adına bir mermer dikilitaş konulurdu.
Umay Ana, BACI ANA gibi koruyucu meleklerimizi cadı ilan ederek heykellerini kırdıkları dönemde bu resimdeki Mihrap boşaltılmış görünüyor. Bence boş mihraptaki heykel, ya Koruyucu Melek Hekate’nin, ya da Melike Leyla Zeynep Sultanımızın heykeliydi. (Not: Filistin halkının antik adı Melike Halkıdır.)
İstanbul’un ve Selanik’in koruyucu meleği olarak tarihe geçmiş olan Hekate heykellerini kırdıran ve binlerce şifacı kadını “büyücüye tapıyorlar” diye iftira atarak öldürten Konstantin adlı bir Bizans kralı vardı. Annesi Helena için Niğde’de bir şifaevini kiliseye çevirmişti. Bilge kadınlara düşman bir kraldı. O da çok zarar verdi Darüşşifalarımıza. Hatta Cerrahpaşa kazılarında ulaşılan mermer sütunlar o yıkımlardan kalanlardır. Orada Cerrahi hekimlik yapılan Mitra şifahanesi vardı. Hekate’nin heykeli ve Medusa sütunları orada yıkılmış olması gerekir.
Bence, boş mihraptaki kadın heykeli, Gümüşler’deki şeref tablosunun en önemli heykeli Hekate (Fonetik dönüşümle Oğuze) olabilir. Başında ışıklı tacıyla onun orada olması çok yakışacaktı. Ya da hilal ve buğdaylı Tuana kraliçesi Leyla Zeynep Sultanımız vardı.
Aşağıdaki duvar fresklerinde her bir tablonun bize tıpla ilgili bir mesajı var. Boş mihrabın da bir mesajı var.
Yukarıdaki tablolara biraz ayrıntılı bakarsak, mihrabın sağ üstünde, şifalı bitkileri kazanda pişirirken ve ormandan getirilen av hayvanını görürüz. Burada avcının rolü yadsınamaz, o da resme girmiştir.
Mihrabın solundaki kanatlı hemşire meleğinin alnında ise kanatlı Umay meleği sembolü görülüyor. Tıpkı yakın zamana kadar Türk hemşirelerinin başında bulunan ortasında kırmızı hilalli(kızıl ay) olan beyaz kep gibidir.
Kızıl Ay’lı hemşirekeplerimiz2004 yılında sudan sebeplerle kaldırıldı. Beyaz zemin üzerinde Kırmızı Hilal halen (2024) Türk Kızılayı’nda devam ediyor.
3.TABLO
HASTA ÇOCUĞUN BAŞUCUNDAKİ KEÇİ İLE BOĞA/TOROS
Önce hasta çocuğun annesinin beden dilini okuyalım; bir eli yumruk olmuş çenesine dayalıdır, kara kara düşünüyor, “çaresizim” diyor. Diğer eliyle yardım dileniyor!
Çocuğun başucundaki keçiyle boğanın imajına gelince, biri toprağı sürerek bereketi sağlayan, halkını koruyan, boğa gibi güçlü olan Oğuz (öküz/Oks) beyinin sembolü, diğeri dağ keçisidir. Dağ keçisi, şifasıyla çocuğa (sütü, yünü, safrasındaki panzehir taşı, boynuzu, vd.) baş şifa kaynağıdır. Keza, Osmanlı arşivlerinden çıkan Şifaiyye kitaplarında uzun uzun dağ keçisinin şifaları anlatılır.
Her ikisi de tarih boyunca Türklerin sembolüdür; kral Boğa, kraliçe Geyik ile eşleştirilir.
Tablodaki çaresiz anne, çocuğuna şifa diliyor; başında dört yapraklı yonca var. Bu yonca sembolü Gümüşler manastırının avlusunda 2.katın duvarında var; “şans, şifa, sevgi, umut” demektir.
Sol tarafta elinde kitapla görülen bilge (doktor), muhtemelen yapacağı tedaviyi hasta çocuğun annesine izah ediyorken resmedilmiştir.
Darüş-Şifa adının kökenindeki Darius’a gelince; Artvin Oğuzeli Boğa güreşlerini ve Ağrı dağındaki Boğa rölyefini anımsayalım. Pers krallarından Kafkasyalı olan üç hakan Toros Oğuz (Darius/Daryuş/Darüş) en önemlileridir. Boğa, Oks, Öküz, Taurus, Darius, Daryuş gibi, hem kral adlarında hem dağ adlarında buluruz. Bu adlar hem isim hem sıfattır. Muhtemelen Darüş-şifa kelimesinin Farsça karşılığında da 1.DariusOğuz vardır.
Akmenid döneminde Oğuzlu krallarımızın sembolü boğa iken, kralın eşinin sembolü dağ keçisidir. Keçinin şifaları saymakla bitmez. Örneğin, dağ keçisinin safra kesesinde bulunan taşlar çok değerli panzehirdir. Keçi gübresi ayrıca çok değerlidir. Hacı Bektaşi Veli tasvirlerinde onun postuna oturur, kucağında yine keçi vardır. Angora Tiftik keçisinin yünü de sütü de boynuzu da çok makbuldür. Ankara Ahi devletinin anayasasında “Damızlık keçi satışı yasaktır” yazar. Sivrihisar Kırklar Tepe’deki antik şifahanede MÖ.7.yy tarihli dağ keçisi resmi vardır. Sümer tablolarında da keza boğa ve keçi resimleri bulunur. Cumhuriyetimizin ilk kâğıt 5 TL üzerinde çift süren boğa resmi vardı.
Kafkas dağlarının bir adı Peria Toros (Kurt Boğa) dağlarıdır. Keza Tuana bölgesini kucaklayan Akdeniz dağlarının adı Bin Boğa /Toros dağlarıdır.
Antik Frigya’da çift süren boğanın boyunduruğundaki düğümü kesmek yasaktı, Gordion’da bu düğümü kesen (MÖ.332) İskender’e Persler halen Lanetli İskender der.
4.TABLO
BİLGELERE SAYGI SAHNESİ
Bu şifahanede daha önce çalışmış olan bilgeleri ellerinde yazdıkları kitaplarla resmedilmiş olarak görüyoruz. Apollonius tıp bilginleri aile boyu tıpçıydı. Bu aileye Filostratus Apolonius denir.
Filo-str-atus; ardı ardına gelen yıldız atalar.
Apollo-nius; Yüce akıllı uluopa’lar.
Bütün bilgeler bize sağ eliyle “Size söyleyecek sözüm var” diyor.
İslam tarihinde de bu el işaretini Peygamberimizin ailesinde bir elinde kutsal kitabımız Kur’an ile görüyoruz.
5.TABLO
BACI ANA’NIN SUNDUĞU ŞEREF SAHNESİ
Buradaki bilgelik okulunda daha önce hizmet vermiş olan akademik kadronun resmedildiği büyük freski görüyoruz. Bir aristokrak kadını sunum yaparken görüyoruz ve duvarda BACY yazısı okunmaktadır. Bu kadın önemli bir kimse olmalıdır ve annedir, çünkü önünde bir çocuk vardır…
Bu tablodaki BACY yazısını bugün pekâla okuyabiliyoruz. Bugün de “BACI” dediğimiz bizim ablamız, anamız, bacımızdır, ona saygı duyarız. Resimdeki antik BACY’mız da çok saygın birisi olmalıdır ve eliyle bu okulun şeref tablosuna resmedilmiş olan bilgeleri tarihe sunmaktadır.
“Onlar, burayı var ettiler, eserler bıraktılar. Onları saygıyla anıyoruz, onlara teşekkür ediyoruz” diyor.
Muhtemelen yakasında yonca nakışı olan bilge kişi en kıdemli olanıydı.
Fotoğrafta görüldüğü gibi rehber “bu tabloya bakınız” diyor. BACI’nın eli de aynı!
BACI Ana yazısının yanındaki kısaltmada HEKATE’nin imzası HK (HP) okunmaktadır. Her ne kadar H harfi üzerinde oynanmışsa da seçilebilmektedir. Mitra kültünün koruyucu Tıp Tanrıçası Hekate başında hilalle üç tarafa bakan yüzüyle ünlüdür.
Bu sunuş tablosunda ön planda görülen aristokrat şalıyla bir elit kadın, herkesin ablası /bacısı/ anası (BACY) önemli kişi olarak buradadır. Tuana bölgesinin tarihinde anımsadığımız bir kadın direniş örgütü vardı, onların adı da Bacı Ana (Bacılar) örgütüydü. Onlar, Angora tiftik keçilerini İngilizler ajanların çalmasından korumak için Hacı Bektaş’ta kurulmuştu. Onlar Bacıana adını nerden almışlar diye düşündüğümüzde, bu ismi Tuana (Halkına kol kanat geren Doğan Bey) kültüründen aldıklarını anlıyoruz.
BACY Ana (bu tablodaki) muhtemelen bu şifahaneyi himaye eden Oğuz beyinin (Tuana kralının) eşidir. Çünkü bu töre Anadolu Türk tarihi boyunca hep böyle olmuştur. Anadolu’yu da kapsayan Kafkasya, Horasan, İran, Filistin, Trakya topraklarında yaşamış olan Sumer/Pers, Akmenid, Başoğuzlu, Selevkos, Sasani, Selçuklu ve Osmanlı devletleri dönemlerinde yapılmış Darüşşifaların hemen hepsi kadın sultanların himayelerinde yapılmıştır. Hatta, Başoğuzlu Kholkhis (Eyzi Halkı) prensesi şifacı MEDİA’nın adı bugün ilaç biliminin adı olarak üç bin yıldan beri kullanılmaktadır. Diğer yandan, Oğuz beyinin (kralın) ailesini sağlıklı büyütmekle görevli güçlü kırk şifacı kadın, bir tepede Kırklar Tepe adıyla anılan şifa evleri kurarlardı, orada yapılan doğal ilaçlar han’ın ailesine, halka ve askerlerine dağıtılırdı. Tarihte Mitridatikom panzehirini kendinde kullanan (MÖ.63) Başoğuzlu Oğuz Kağan VI.Mitridate’nin biyografi kitabında kralın geçtiği yerde halka ilaç dağıttığı yazmaktadır. O ilaçları yapan Rizeli 3 bin şifacı kadını 1.yy’da, Hıristiyanlığın doğuşunda yakarak öldürdüler. Rize Kırklar Tepedeki Sığırlık mevkiinden Rize kalesine metro geçit iki bin yıl sonra (2024) henüz tespit edilmiştir. Kralın şifacı kızı türkülerdeki Bacı Ana Sare Gelin’in köy köy dolaşıp yazdığı ilaç reçeteleri bu kaleden Roma’ya yağmacı Pompeius tarafından götürülmüştür.
Gümüşler Manastırı ile Maçka (önceleri Gümüşhane’ye bağlıydı) Sümela/Simele/Kibele Manastırındaki fresklerin benzerliğinden söz eden arkeologlar var. Onlara öneriyorum, bir de MACKA adıyla olan benzerliğe baksınlar; SEVGİLİ BACİ, BACİ-KA! Hem de, ikisinde de probiyotik gümüş suyu ile yapılan şifaya ulaşırlar.
Bir analiz: Darüş- Şifa kelimesinin fonetik açılımında Farsça Daryüş (Darius/Toros) kelimesi görülür. Bu analiz bizi yeniden Gümüşler Darüşşifasındaki boğa tasvirlerine götürür.
6.TABLO
BİLİMİ KORUYAN BOĞA (Toros/ Dariuş/Darüş)
Solda, elinde havlu tutarak düşküne hizmet veren bacı ve ortada rulo halindeki bilimsel bir kâğıdı ön ayaklarıyla korumaya almış bir boğagörüyoruz. Karelerle nakışlanmış bir örüntü var. Kare, mimarinin, mühendislik biliminin, uyumun ve dengenin sembolüdür.
Boğa ile Akmenid imparatoru Darius Oğuz hanedanının bağını kurmakta fayda var, çünkü bu Darüş Şifanın tarihi oraya uzanıyor. Biraz açalım.
Mitra kültürünün de sembolü olan Toros/Boğatasviri, halkını, vatanını, bilimevlerini, kütüphaneleri ve şifa evlerini koruyan Oğuz beylerini/krallarını ifade eder. Mitra kaleleri ilaç reçetelerinin ve tıp kitaplarının saklandığı kaleler olup bu kaleye yer altı tünelleri (metro) ile gidilirdi. Bugün fresklerini ele aldığımız Gümüşler şifahanesindeki bütün semboller Horasani Oğuzlu Pers devleti olan Akmenid İmparatorluğu dönemini işaret etmektedir. Astronomi ve matematikte en büyük ilk buluşların %80’i bu devletin, borç köleliğini yasakladığı dönemde, özellikle Darius Oğuz hanedanı zamanında yapılmıştır.
Keza Aya Sofia Bilgelik okulu ve Efes Artemis Kütüphanesi, 1.Darius Oğuz’un eşi Ayuşa Hatun 1.Artemis onuruna yapılmıştır. Ayuşa Hatun’un kırk kadın askeriyle otağ kurduğuKırk Sultan türbesi, Atina seferi sırasında 1.Darius’un otağ kurduğu Beykoz’dadır; oğlu Çerkez/Serhaz, Atina seferine giderken buradan karşıya sallar üzerinde atlarıyla geçmiş, Atina’ya gidip köleleri serbest bırakmıştı ve bu nedenle annesinin(Yuşa Hazretleri!) Ayana olarak başı hilalli heykelleri yapıldı. Çok dua almış bir annedir. Farsça ona Kutlu Asker (Artemis) denilmiştir.
Ayana’nın mezarı Rize’deki Ayane dağının tümülüsündedir. Dağın bir yanında Kırklar Tepe köyü vardır. Ayane dağı yamacındaki piknik alanı İsirlik’te (İ’siğirluk) henüz ortaya çıkartılmış üç odalı bir mağaradan Rize kalesine giden yer altı tüneli (metro/mitra yolu) dronla görüntülenmiştir. Bu tespitler Rize tarihini MÖ.535 (6.yy) götürür. Tıpkı Beykoz’daki Yuşa tepesinden Kırklar tepenin altında metro tünelleri gibi. Artemis Ayana’mızın (Ayuşa) Beykoz’da kırk kadın Amazon askeriyle konakladığı tepede halen türbesi vardır. Oraya gidenler ferahlar. Çünkü köleleri ailelerine kavuşturan o evladı doğuran bu anneye yapılan dualar bu tepeye yoğun pozitif frekans göndermiştir, o nedenle buradan ley dalgaları geçer. Orada ferahlama nedeni budur.
Bu kutlu annenin Efes Artemisi adlı altın heykelinde, yanında dağ keçisi ve sırtında gümüşten örülmüş sadak ok sepetiyle ok atmaya hazır (cidal) resmedilmiştir. Suriye’de bulunan oturan heykelinin başında ise hilal vardır; altında Attosi Torc (Turk Atalı) yazılıdır, yani ona Hilal’in Kızı denilmiştir.
Özetle, Akmenid İmparatorluğunda krallar Boğa ile, Anne Sultan ise Dağ Keçisiyle eşleştirilmiştir. Hatta, Kuran’da adı geçen çift boynuzlu Zulkarneyn tasviri de Akmenid devletinin borç köleliğini (faizi) yasaklayan kurucu kralı 1.Kuruş’u ifade eder.
7.TABLO
UMAY ANALI BAŞ BACI / UMA BAŞLI HEMŞİRE
Kanatlarıyla bir Huma Kuşudur, Umay Ana’dır. Başının üzerinde stilize Umay Ana sembolü seçilebilmektedir. Yakından incelendiğinde onun da üzerinde üç nokta bulunur; Ant içilen yemindir, “İyilikle düşün, İyilikle konuş, İyi işler yap” ve asla yalan konuşma, asla borç alma, der. Çünkü borç alırsan üçlü yemine sadık kalamazsın, der.
Aynı dönemde kral Konstantin’in Hıristiyan annesine kilise yaptırmak için Sille’de tahrip ettiği Darüşşifa’daki Umay Anaları görüyoruz. Aşağıdaki tablolarda, dairenin içindeki Ana Melek siması yok edilmiş, ya tümden silinmiş, ya da kendi annesinin resmini yaptırmıştır (!)…
Oysa Sümer Tanrısı MA’ya (İ’nanna) dayanan Umay Ana Meleği biz Türklerin mitolojik meleğinin adıdır. Umay, Güneş demektir. Antik Sümer Bereket tanrıçası MA’dır, bebeği himaye edendir, sirke, yoğurt, ekmek gibi probiyotik yiyeceklerin anası olan Maya kelimesinin de kök hecesidir.
Meleğin başındaki Umay Ana amblemi, günümüze kadar beyaz kep üzerinde kırmızı hilal olarak gelmişti, ancak o da 2004’de yok edildi. Aynı sene, Kuruş adlı paramızdan buğday resmi, Matematik’ten çizimli geometri konuları çıkartılırken, temel fen bilgisi kavramları (ağırlık yerine kütle ve eşyaya varlık demek gibi) çarpıtıldı
Fresklerdeki hemşirenin beden dilini okumaya devam ediyoruz. Umay Ana meleğinin sağ elinde yüzük parmağına bastırarak hitabet durumu var; 3K imajıdır;“Kalp, Kafa, Kol.”
Kalp; Baş parmağını yüzük parmağına dokunan sağ el. Burada asla üçlü imaj yoktur. Yüzük parmağıyla kalp arasında frekans bağı bu dokunuşla kurulur. İşini yürekten isteyerek yapmaya hazır olma hali, motivasyon.
Kafa: Akıl, bilgi, zekâ. Eliyle bu işareti yapanın genellikle sol elinde kitap bulunur.
Kol: Beceri, hüner, el–kol kaslarını kullanmak.
Bu el işaretini yapan kişi topluma doğruları anlatandır, ona inanmanızı istemektedir.
Pedagojik not: Eğitim biliminde 3K çok önemlidir, çünkü insan beyni bu üç noktadan dolaşan enerjiyle zihinsel faaliyet yapmakta, düşünce üretmektedir. Antik dönemden itibaren bu işaret hem bilgelerin hem de peygamberlerin el işareti olmuştur.
Umay Ana meleğinin omzundan inen kanatlara gelince; Huma kuşuyla benzetme yapılmaktadır. Ayasofya’daki Umay Ana meleği ile aynı anlamdadır. Bilimin hamisidir, çünkü Mitra kültüründe bilim yapmak ibadetti. Burada başı Umaylı hemşire ile bebeği koruyan Umay Ana meleği eşleştirilmektedir. Aya Sofya’da en yukarıda görülen kadın yüzlü Türk Meleği Serafim (Ser-opa-Ma) ile aynıdır. Bu sembolün kızıl hilal olanı Kızıl Ay olarak ülkemizde hemşirelerin başındaydı.
Yukarıdaki fotoğrafta hemşiremizin kepindeki kızıl hilal maalesef seçilemiyor! Ancak antik Umay meleklerinin başını çevreleyen beyaz daire burada çok belirgindir.
1976 yılından itibaren tüm hastanelerde koridorları süsleyen “Sessiz Olun” işareti veren hemşirenin başında Kızılay işaretli beyaz kep ve beyaz önlükler 2004 yılında kaldırıldı. Neyse ki bugün kırmızı hilalimiz, Türk Kızılayı’nın sembolü olmaya devam ediyor.
Ancak, onun da deforme edildiğine tanık oluyoruz, örneğin, afet yardım battaniyesinde kırmızı zemin üzerinde gri soluk hilal yaptılar (2023). Yardım hemşiresinin ceketinde ise doğru resmedilmiştir.
8.TABLO
DÖRT YAPRAKLI YONCA
Bu sembol Gümüşler’de ön avlunun duvarındadır; “Buraya gelen şifa bulur, şanşlıdır” diyor.
Stilize edilmiş yoncanın dört köşesinde dört hilal seçilmektedir. Sağlıklı yaşamanın dört şartını ifade eder: Sevgi, Şifa, Şans, Umut.
Buraları yıkmaya gelenler bu sembole dokunmamışlar, ama öyle görünüyor ki onu kendi rahiplerinin yakasına takmışlar.
Dört yapraklı yoncayı bir diğer tabloda, bilgelerin şeref tablosunda en kıdemli bilgenin yakasında stilize edilmiş halde görmüştük.
Aynı dönemde Hıristiyanlığın resmi din ilan edilmesiyle başlayan Darüşşifaların sembollerinin tahrip edilerek binayı kiliseye çevirme modası Konya Sille Elena Kilisesinde de karşımıza çıktı. Kolonların üzerinde Serafim meleği Umay Ana tasvirleri yerinde dururken, üst kat balkonlarındaki tüm Umay Ana melekleri tahrip edilmiş haldedir. Ancak alt sıradaki kutsal (yukarıya açılan) hilallere hiç dokunulmadığını görüyoruz.
9.TABLO
SİLLE DARÜŞŞİFASINDA UMAY ANALAR
Kemer üstünde başı hilalli Umay Ana var. Sonradan kiliseye dönüştürüldüğünün belgesidir.
Sille’de hilalleri ve şems (kırmızı daire) motifini yok etmediler, çünkü Bizans’ın kurucusu Sirkasyalı/Başoğuzlu Bizantilerin (Miz/Ay analıların) bayrağında da hilal ve güneş vardı. Yani, bu Darüşşifayı annesi Elena için kiliseye çeviren Konstantin’in İstanbul bayrağında ay ve güneş (sekizli yıldız) vardı! Ölmeden az önce vaftiz olan kraldır, ancak borç aldığı Galata bankerlerinin yık dediği her yeri, “burada kadına tapıyorlar” diyerek, Selanik, Tuana, Sille ve Cerrahpaşa Darüşşifalarını yıkmış, binlerce şifacı BACI kadını öldürtmüştür.
Bu şifacı Tuana halkı 3.yy’da sağ kalmak için dinlerini değiştirmek zorunda kaldılar ve kader onları İstiklal harbimizin sonunda, yine aynı batılı işgalciler yüzünden, bir kere daha Ege’nin karşısına göçe mecbur etmiştir.
Leyla Zeynep Sultanımızı onlardan borç almadığı için esir götürdüklerinin yasını türkülerinde tutmuş Niğdeli ozanlar. İki bin yıldan beri Leyla’lı türkülerde ve bir Niğde bozlağında Zeynep’e ağıt duyarız:
Şad olup gülmüyor kalbi yaslıdır / Karlı dağlar gibi başı pusludur Zeynebin, oy Zeynebin oy…
Ela gözler nemli kirpik ıslıdır / Düşmüş havara yolu Zeynebin, oy Zeynebin oy…
Ortaçağda batıya doğru göçe mecbur edilen Tuanalı ve Doğu Karadenizli canlar, cana can veren, şifa dağıtan o güzel insanlar gittikleri yerde şifa bildikleri için orada da büyücü ilan edilerek yakılarak öldürülüyorlardı. Avrupa’da kıyıda köşede onlardan kalanlar bulursunuz. Bugün, Fransa’nın Ogzidan (Eyzi/Oğuzi Canları) dağlık bölgesinde halen Lazca konuşan köyler vardır. Britanya’da Keltler i bulursunuz. Bir ek; Lazların antik adı ise CAN’lardır.
Fotoğrafa dönelim. Yukarıya bakan hilalimizi halen cami kubbelerimizde, minarelerimizde ve üç bitişik hilal olarak Türk cenaze arabalarında görebiliyoruz. Ancak cenaze arabalarında 2004’den itibaren hilaller sarı renkten beyaz soba boyasına çevrilerek tahrif edilmeye geçilmiş, ayrıca dinler buluşması adı altında hilalimizi eğrilterek bozmalar başlamıştır.
2004’de Kuruş adlı madeni paramızdan buğday (bereket) sembolünün kaldırılmasını, matematik kitaplarından çizimli geometrinin (bilimin) kaldırılmasını, bilimdışı sözde okuma yazma öğretimini, kötülük resimleriyle doldurulmuş okul kitaplarını, yer altı servetlerimizin, ormanların, derelerin aldığımız borca karşılık yabancı şirketlere peşkeş çekilmesini gördük. Benzerliği açısından söylemek gerekirse, 3.yüzyılda Roma’dan borç aldıkça yapılanlar ile bugün dış borç katlandıkça yapılanlar arasında hiç fark yoktur.
Zekânın ulu ağabeyi Tuanalı Bilge Apollonius 1.yy’da şöyle demiş:
“Siz ey Aspendos’un Romalı zenginleri. Toprağı kendinizin zannettiniz; oysa toprak hepimizindir. Gerçeği söyledim diye beni hapse attınız; ya söylemeseydim daha kötüsü ne olabilirdi!”
Şimdi, BACY Analarımızdan ve Apollonius’larımızdan iki bin yıl sonra “Gerçeğe Hüüü..”
Niğde Gümüşler DARÜŞ ŞİFASINI VAR EDEN BACI ANALARIMIZA SAYGILARLA!
4.4.2024 /Rize
Mahiye Morgül
Bu yazı yorumlara kapalı.