İNGİLİZCE KİTAPLARI YAŞAMDAN İYİCE KOPTU
Ankara’da geçen yıl okutulan 4.Sınıf İngilizce kitabında Atatürk hakkında “Atatürk Türk tarihinde bir önemli karakterdir” şeklinde yer alan ifade için eleştiriler yazmıştım, odatv yazılarımın içinde halen yayındadır. Aynı 4. Sınıf kitabının yeni basımı yapıldı, Ankara’da bu kitap okutuluyor ve yeni baskısında bu cümle kaldırıldı, bu iyi haber, ancak…
Kitabın adıyla başlayalım.
“Elementary School, Learn With BOUNCY 4, Student Book, MEB Devlet Kitapları Birinci Baskı, Cem Ofset Ankara 2019”
Hemen burada bir düzeltme yapmalıyım; geçen yılın kitabını az değiştirerek “yenilenmiş baskı” yapmak birinci baskı değildir.
Odatv internet gazetesinde yayınlanan eleştiri yazımızdan sonra söz konusu değişikliğin yapıldığını düşünüyorum. Ancak bu sayfadaki diğer yanlışlar aynen yerinde duruyor. Şöyle ki, Atatürk’ün adı da fotoğrafı da “Karton Karakterler” adı altında duruyor.
Böylece Atatürk’ü dolaylı yoldan sanal karakter olarak göstermeye devam edilmiştir.
(Resimler kopyalanamadı)
Burada, Atatürk’ün gerçek fotoğraflarının yanına hayali çocuklar ve çizgi karakter bir balık getirilmiştir. Atatürk eğer burada yapıldığı gibi tuhaf yaratıklarla birlikte aynı sayfada görüntülenirse bunun adı en hafif deyişle değerbilmezliktir!
Kitap boyunca öğrencilere yönergeler Bouncy (zıplayan) adlı bu uçan balık(!) tarafından verilmektedir. Bu şapşal suratlı balık öğrencilere çimenlikteki tabelayı okutuyor!
Geçen yıl bu tabelada (MEB 2018) Atatürk şöyle tanıtılıyordu:
“Mustafa Kemal Atatürk is an important character in Turkish history.”
(Mustafa Kemal Atatürk Türk tarihinde bir önemli karakterdir.)
Yeni basımda şöyle diyor:
“Mustafa Kemal Atatürk is the founder of the Republic of Turkey.”
(Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyetinin kurucusudur.)
Karşılaştırmak isteyenler için geçen yılın sayfasını ekliyorum:
(Resimler kopyalanamadı)
Yeni basımda maalesef tüm diğer eleştirilerimiz hiç dikkate alınmamıştır.
Bütün ders kitaplarında düş ile gerçeğin bir arada resmedildiğini görüyoruz. Yıllardan beri sakıncalarını bıkmadan anlatıyorum. Hele ki, Ulu Atatürk gibi bir kahramanı karton karakterle birlikte resmetmek pedagoji bilen hiç bir eğitimcinin affedeceği hata değildir.
Daha önemlisi ders kitapları aracılığıyla çocukları sanal dünyanın parçası haline getirmek onlara kurulmuş en büyük tuzaktır. Daha acısı, veliler bu tuzağın farkında değiller.
Çocuklar neyin hayal neyin gerçeklik olduğunu artık ayırt edemez hale geldikleri için ölmek de onlara çocuk oyunu haline geldi. Bunu öğrenci intiharlarıyla ilgilenenler fark etmektedir. Bu noktada psikiyatristlere iş düşüyor. Bu sonuca varacağını görmüş olanlar da hazin bir suskunluğa girdiler. Ölen çocuklardan birinin bıraktığı mektup çocuğun bu şekilde intihar ettiği zaman öleceğini bile bilmediğini gösteriyor. Çocuklar sanal bir oyunun parçası gibi hareket ederken ölüyorlar, benim kanaatim de bu yöndedir.
…
ÖRÜMCEK ADAM MASKESİ DE NESİ?
Yeni basımında İngilizce 4.sınıf kitabına eklenmiş bir örümcek maskesi var.
Çocuğu ders çalışırken gerçek hayattan kopartıyoruz. Yapacağı başka şey yok, ya örümcek olacak tırmanacak, ya uçan adam olup uçacak… Çocuğun kendini sürekli boşlukta hissetmesi isteniyor, çok haince. Kitabın 38.sayfasından okuyalım:
O HASANDIR. O’NUN FAVORİ KARTON KARAKTERİ SUPERMEN’DİR. O’NUN UÇMA BECERİSİ VARDIR.
Örnekteki cümlelerin dizilişi bile sakattır; Uçma becerisi olan O kimdir? Hasan da olabilir karton karakter de… Akıl karıştırıcı!
(Resimler kopyalanamadı)
Maskesini yaptığı örümcek hangi işi becerirmiş, bakalım: “He can climb buildings!” Binalara tırmanma becerisi varmış! Burada çocuğun beyin altına neyin yerleştirildiğini fark ettiniz mi?
10 yaşındaki bu erkek çocuk maskeyi takınca girdiği bu rolde ne diyecek, bakalım:
“Benim favorim örümcektir, binaların duvarına tırmanabilirim, ama şarkı söyleyemem.”
Bu ne saçmalıktır! Hayatta nerde böyle bir konuşma yapar insan, mümkün değildir. Çocuklar hayatın dışına sürükleniyor, tehlike var. Taklit etmeye kalkarsa düşeceği belli değil mi?
Cehalet öylesine sıradanlaştı ki, aileler de İngilizce böyle öğrenilir zannediyor, itiraz eden yok. İşte bu noktada ailesi tarafından da korumasız kalmış çocukları tehlike bekliyor.
Hayattan öyle kopuk ki bu cümleler… Örümcek zaten şarkı söyleyemez, şarkı söylemek insana özgü bir özelliktir, böcekli cümlede şarkı söylemenin bir mantığı yoktur, demiyor veliler.
Ondan sonra da evde çocuğunuz sizinle aptalca şeyler konuştuğu zaman şaşırıyorsunuz. Çok basit istekleri karşılanmadığında annesine/babasına ben de intihar ederim diyebiliyor, o kadar sıradanlaştı ölümü istemek, çok aptalca bir sebeple intihar edebiliyor.
Şaka gibi. İşte son örnekler. 12 yaşında kız çocuğu arkadaşları kendisiyle oynamadığı için okulun 3.katından aşağı attı kendini. Bir milletvekilinin gencecik oğlu kendini kalenin üzerinden aşağıya bıraktı. Geçtiğimiz hafta Çankaya Üniversitesi Makine Mühendisliği öğrencisi bir oğlumuz intihar etti. Onun cenazesine katılan bir öğretmen arkadaşım aynı hafta 5 üniversite öğrencisinin daha evde intihar ettiğinden söz etti. Evde intiharlar haber bile olmuyor, sıradanlaştı.
Eğer İngilizce kitaplarında gördüğümüz gibi, sanal karakterler üretip bunlar gerçekmiş gibi çocukları bunlarla muhatap edip oyalıyorsak, onlar da kimseyi ciddiye almaz, kendi hayatını bile ciddiye almaz.
Çocuklar toplumun aynasıdırlar, verdiğimizi bize geri veriyorlar, acı olan gerçek budur. Çocukları yaşamdan bu kadar kopuk halde tutarsak onlar da yaşamla sağlam bağ kuramazlar, inceldiği yerden kopartırlar. İğneyi kendimize batıralım.
….
ÇOCUĞUN EN İYİ ARKADAŞI CADI…
Sayfa 108: My Best Friend (En iyi arkadaşım)
Bu ünitede görülen şu ki, “ugly” (çirkin) diye verilen cadı da çocuğun en iyi arkadaşıdır!
(Resimler kopyalanamadı)
Çocuğun dünyasına sokacak gerçek kişiler bitti, zaten yoktu, çizgi karakterler vardı, sıra geldi Evangelist masallardan alınmış büyücülere, cadılara…
Ders kitabına giren her şey çocuğun dünyasına girmekte, onun psikolojisine şekil vermektedir. Kötülük sembolü cadının ne işi var ders kitabında?
Cadıyı çocuğa “en iyi arkadaş” etmenin anlamı nedir?
Daha önceki kitap eleştirilerimde de yazdım, anımsatacağım; buradaki gibi kötü enerji yayan bir görsel öge bulunduğu sayfadaki tüm diğer ögelere baskın çıkar, onları unutturur kendisi hafızaya oturur, bu baskın öge çocuğun gözü önünden gitmez, gece uykusunu kaçırtabilir. O kadar sakıncalıdır. Bu nedenle cadı görselinin asla ders kitabında yeri olamaz.
Hazindir ki, burada cadı gibi bir ölüm ve kötülük sembolü çocuğun gerçek arkadaşı olabilirmiş gibi “En iyi arkadaşlarım” başlığı altında sunuluyor ve MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı bu kitaba onay verebiliyor.
Bu sayfada bir büyük yanlış daha vardır; cadı dahil tüm resimler “siyah hilal” içerisinde verilmiştir. Konuyla hiç ilgisi olmadığı halde siyah hilalin burada ne işi var diye sorarak başlayınız. Bu bir kültürel saldırıdır. Hilal bizim kültürümüzde insana çok güzel duygular verir, onun siyah olarak ve içerisine cadı resmedilmesi büyük hatadır. Bu kasıtlı rol yükleme tekniğidir; cadının yaydığı kötü enerji hilale bulaştırılmaktadır.
……
ÇİRKİNLİĞİ ÖNE ÇIKARTMAK VE KAVRAMLARI ÇARPITMAK…
Kitabın 120.sayfasındaki çirkinlik resimlerini göstermek istiyorum.
İnsan acıkınca, susayınca ya da karnı doyunca böyle panik içinde böyle çirkin hale mi gelirmiş?
(Resimler kopyalanamadı)
Nedir çocuklara sürekli yüklediğimiz kontrolsüz davranışlar, tuhaf yaratıklar, abartılı mimikler, anormal bakışlar ve nezaketsiz cümleler…
“Acıktım, balık cips isterim. Susadım, su isterim. Doydum hiçbir şey istemem!”
Bir de kitabın 127. sayfasında susamış çocuğu anlatmak için verilen fotoğrafa bakalım. Bu şimdi İngilizce öğretmek midir?:
(Resimler kopyalanamadı)
Fotoğraf diyor ki, susayan çocuk mutfak lavabosuna tırmanır, su bardağı orada olduğu halde, ağzını musluğa dayamaya çalışır, o şekilde su içer… İngilizce dersinde su içmek de böyle!
Çocuklara doğru düzgün bir şey öğretmeyecek miyiz?
….
KAVRAMLARI YANLIŞ KULLANMAKTAN MAKSAT….
Çocukların kelime dağarcığı öylesine yanlış kavramlarla dolduruluyor ki, 5. Sınıf Sosyal Bilgiler (MEB, 2019) kitabından bir örnek vermek istiyorum; antik bir heykele tarihi eser demek gerekirken “tarihi nesne” diyor.
“Van müzesinde sergilenen ve Urartu dönemine ait olan bronz aslan heykeli önemli bir tarihi nesnedir.”
Aynı sayfada bir diğer antik eser için “tarihi eser” kavramı kullanılmış olması çocuğu acaba hangisi doğru deyimdir diye şaşırtacak, kendi cümlesini kurarken çocuğa ikilem yaşatacaktır.
Akdamar hakkında basındaki yanlış bilgilendirmelerle burada yazılanı karşılaştırdığımızda biz bile ikilem yaşayabiliyoruz. Kilise olarak anılması dahi yanlıştır. Çünkü Akdamar adasındaki bu bina milattan beş yüz yıl önce Akmenid Uygarlığının ilk yıllarında, Van Kalesindeki yazıtında adlarını okuduğumuz, 1.Darius’un oğlu Serhaz döneminde de oradaydı ve bir gök gözlem eviydi. Andezit taşı üzerinde güneş ışığının bir yıl boyunca düştüğü noktayı her gün grafik olarak çizmek suretiyle takvim yapılmış, ayın güneşin dünyanın yörüngesi takip edilmiş, ay ve güneş tutulması resmedilmiştir. Benzer çizimler Anadolu’daki diğer gök gözlem evlerinde yapılan çizimlerle birleştirilmiş, bu çizimler daha sonra yine Darius’un soyundan gökbilimci Miletli Aristarkos tarafından geometri bilimine kazandırılmıştır.
—
ÖNCE VİRANEYE SONRA KİLİSEYE ÇEVİRENLER…
Akdamar bir gök gözlemevi olarak ders kitaplarına hiç girmedi. Ancak, Van’ın da kralı olan, Atina seferiyle ünlü Serhaz (Kserkses) tarafından yaptırılan bilimevlerinin İskender tarafından yerle bir edildiği bilindiği için İsa’dan çok önce bu yerlerin varlığını konuşmalıyız. Işık Kulesi diyebiliriz, ama Kilise değil.
Anlatmalıyım. İskender’in babası Makedonya kralıyken, İstanbul’un kapılarına dayanıp haraca bağlamak istemişti, de, İstanbul’un hamisi Akmenid kralı III.Darius bu yüzden onu öldürmüştü. İskender de babasının intikamını Atina’yı da arkasına alarak Anadolu’ya saldırdı, III.Darius’u yendi, gittiği yerlerde önce bilimevlerini yaktı yıktı. Serhaz’ın Persepolis’teki anıt mezarını da gitti yaktı. Hatta Serhaz’ın Van Kaya Yazıtında adını verdiği Tanrı Ahura Mazda’nın kutsal kitabı Avesta’yı da İran’da yaktı, hatta bu yüzden Avesta’ya inanan komutanlar tarafından öldürüldü ve bu yüzden İran’daki adı Lanetli İskender’dir. Dahası var. İskender, MÖ.332’de, Polatlı’da, Gordion’un kutsal sayılan çift süren iki öküzün boyunduruğundaki çift düğümü kılıcıyla kestiği için Frigyalılardan da beddua almıştır. Aldığı beddualar yüzünden iktidarı 9 yıl sürdü, kendi komutanları tarafından öldürüldü diye yazan tarihçilerimiz vardır. Şevket Süreyya Aydemir “Toprak Uyanırsa” romanında (Polatlı köylerinde geçer) İskender’i böyle anlatır.
—
BAYKUŞLAR TÜNEDİ DERS KİTAPLARINA…
Anadolu’daki tüm antik bilim evlerinin önce viraneye sonra kiliseye nasıl dönüştürüldükleri pek konuşulmaz. Şu anda yaşadığımız süreçle benzerliği açısından önemlidir, 2001 yılında ABD Başkanı Bush’un Afganistan’a saldırırken “başlatıyorum” dediği “üçüncü bin yılın haçlı seferi” ile birebir örtüşmektedir. Şu anda akıl gözüyle bakan herkes görüyor ki, Afganistan’dan beri Asya’daki bütün kültür varlıkları birer birer viraneye çevrilmektedir. Okul müfredatları 2001 yılından beri nereden nereye geldi, baktığımızda açıkça hepsinin virane olduğu görülür. En son Milli Kütüphaneye ne oldu diye soruyoruz artık.
Cumhuriyetin en büyük mirası olan bilimsel eğitim buharlaştı, ders kitaplarının içinde bilgi kalmadı, viraneye çevrildi, baykuşlar tünedi sayfalara. Tam Anadolu türkülerinde tarif edildiği gibi… Bir gün üşenmezsem oturup 1.sınıf kitaplarında kaç tane baykuş resmi var, sayacağım, sonra oturup ağıt yakacağım…
Değme felek değme telime benim
Baykuşlar tünedi dalıma benim…
Ve, Urartu dönemi bronz aslan heykeli için “tarihi nesne” diyenlere sesleneceğim. Nemrut heykellerine “put” diyenler de bunlar. Birileri gelsin kırsın diyedir.
Bu cehaletinizle müzelerimizi de viraneye çevirirsiniz. Siz, Londra National Müzesindeki BRONZ SADAK KADIN BAŞI (Anatolia 4.yy) heykelini görseniz ona da “tarihi nesne” dersiniz.
Gördüğüm anda aklıma takılmıştı, nereden götürüldü acaba diye. Londra’dan gelince araştırdım; Gümüşhane Sadak Uygarlığı. O uygarlıktan şimdi Gümüşhane’de bir tek Sadak Köyünün adı kalmış. Bronz heykelin kaçırılma tarihi de İskender’in saldırılarına denk geliyor.
İskender, Atinalıların Truva’ya yaptıklarını yapmış idi. İlkin Gelibolu yakınlarında antik bilim şehri Dorsius’u yıktı, şehrin bütün erkeklerini kılıçtan geçirip kadın ve çocuklarını köle sattı, şehri viraneye çevirdi, yıkıntılarında baykuşlar öttürdü, Truva’dakli gibi. Atinalılar onun için çok sever uğurlu sayar baykuşu. İskender Dorsius’u viraneye çevirdikten sonra Truva’ya gidip Atinalı Aşil’in mezarına çiçek bıraktı, “senin gibi yapıyorum” demiş oldu. İkisi de bilim şehirlerini yıkıp baykuşlara yuva yaptı.
Şimdi, ders kitaplarını çöplüğe, Milli Kütüphaneyi hayalete, müzeleri enkaza çevirip üzerlerine baykuş konduranlara türkü yakmanın vaktidir. İçim çok yanıyor. (Müzelerin hamisi Sayın Özgen Acar en son Bodrum Müzesinin başına gelenleri yazdı, sesini duyuramamak onun da içini yakıyor.)
Bilinmelidir ki, bizi bu topraklara bağlayan şey sadece canımızı kanımızı vererek ödediğimiz bedel değildir, bize “bilim yapmak ibadettir” diye düstur bırakan ulu atalarımızdır.
Aklın ve bilimin yolunu bize rehber gösteren Mustafa Kemal Atatürk’ü hayali karaktere çevirme gayreti içinde olanlara son sözümüzü henüz söylemedik. Onların gayretlerini boşa düşürmek için herkesi bilimsel, akılcı ve çözüm odaklı bir yol bulmaya davet ediyorum.
Bitirirken, mavi balinalı ders kitabını eleştirdiğim için kitabın yayıncısı tarafından bana açılan davada, 6.12.2019 tarihinde Ankara Adliyesi (Sıhhiye) 26.Asliye Ceza Mahkemesinde, saat 9.30 da dostlarımı yanımda görmek istiyorum.
Mahiye Morgül / 20.10.2019
İndir
Bu yazı yorumlara kapalı.