Rizeli nasıl şeker hastası olur, önce onu anlatayım. Başıma geldi. Şekerim 400’lere çıkıp da ayak parmaklarım morarmaya başladığında aklım başıma geldi.
Önceki yıl sabahları aç karnına bahçeye çıkıp yediğim Rize portakallarının eseriydi bu şeker. Halsizliklerim, bacak kaslarında yaşadığım kramplar… “Şekere bağlı huzursuz kas sendromu” adını o zaman öğrendim. Sebebi kendimi kaptırıp yaptığım bahçe işleri değilmiş.
Bir süredir, dilim kuruyordu, kahvaltıdan sonra uyku basıyordu. Üst üste katıldığım kitap fuarları beslenme düzenimi de bozmuştu. Elleri becerikli mutfaklara misafir olunca ipin ucu kaçabiliyordu.
Ayak tırnaklarımın çevresi giderek daha kırmızı olmaya başlayınca, “Eyvah, bu parmaklar kesilmeye doğru gidiyor, henüz üzerine basabiliyorken yürü en yakın hastaneye” dedim kendime. Ankara Çoksesli Korolar Şenliğinde bir hafta sürecek olan değerlendirme kurulu görevim de bitsin, Rize’ye dönünce ilgilenirim, diye düşünmeyi bıraktım. Batıkent’te evime yürüme mesafesinde bir özel hastanenin aciline girdim. Acilde parmaktan ölçümde şekerim 420 çıktı, şok yaşadım. Doktor derhal kan ve idrar tahlili istedi. “Derhal insülin başlatıyoruz” dedi. “Hayır” dedim.
Kendi yöntemlerimle bir süre denemeliydim.
Standart bilinen perhize başladım, unlular, tatlılar, meyve, şekersiz içecekler. İlk aklıma gelen tatlının tersi ekşi yemek, içmek; limonlu su! Ev yapımı sirkeli suyla ayaklarımı, bacak kaslarımı, yüzümü, kollarımı sıvazlamak! Sirkeli suyla abdest alır gibi, günde üç kere ve gece yatarken! Banyodan sonra yine sirkeli suyla boy abdesti!
İçmeye; yanımda taşıdığım Andon probiyotik şuruptan gece yatarken ve sabah kalkınca birer kaşık, onun üzerine yarım bardak sirkeli su! Birkaç gün sonra ayak parmaklarımdaki morartı geçti. Doğru yoldayım diye anladım, rahatladım.
Şeker ölçüm cihazı aldım, aç karnına ve tokluk şekeri ölçmeye başladım, çizelge hazırladım, düzenli ölçümleri yazmaya başladım.
Ekşi meyvelerden şekersiz komposto, içerisine kabuk tarçın. Sabah çayına kekik kattım. Kahvaltıdan bal ve reçeli kaldırdım. Yumurtaya karabiber, zerdeçal ve tuz attım. Acıyı bal eyledim. Bir hafta sonra şekerim 400’ün altında seyretmeye başladı. Rize’ye döndüm ve uzun Kurban Bayramı tatili bitince endokrinciye gitmek üzere tam perhiz devamla beklemeye geçtim. Sabahları sahilde 50 dakikalık yürüyüşlere devam ettim.
Rize’de kurutulmuş portakal ve greyfurt çekirdeklerim vardı, sabahları beşer altışar tane yemeye başladım. Akşam çayına zeytin yaprağı, kekik çağı, turunç ve karayemiş yaprağı ile devam…
Tam bu günlerde cevizler baş vermeye başlamıştı. Bu harika bir şeydi; içindeki can suyu henüz kabuk tutmamıştı. Tazecik cevizi taşla kırıp içinin beyaz cücüğünü bıçağın ucuyla çentip almak, geciktirmeden ağzına atmak, keskin acısını dilinde hissederek çiğneyip yutmak, üzerine su içmek… Cevizin o acı can suyu bana bal geldi. Çevre bahçelerdeki cevizlerden henüz tazeyken yirmi tane kadar topladım, buzluğa koydum. Günde bir tanesini kırıp içini yiyorum.
Geçen yıldan sarıçiçekleri için bir kenara diktiğim yerelması vardı. Çimen diye orayı kazarken bir yumrusu kazmaya geldi, aldım yıkadım ve ısırdım, dilimi yaktı, çok acıydı. Hemen internete baktım, yanılmamışım, şeker, kanser dahil her derde deva çıktı. Çarşıya sebze haline gelir mi, araştırdım, geldiği zaman, o da tamam. Çiçeklikte bulduğum yer elması yumrusunu cacığın içine rendeledim. Sarımsak rendelemeye hiç gerek kalmadı ve acısı çok da yakıştı.
Memleket işi yaban mersini, likapa, mevsimi geldi; ideal kompostoluk. Kırmızı ekşi erik kompostosuna sabahları bir avuç likapa, bir dilim limon, bir kabuk tarçın… Kızılcık da var artık, bir avuç da ondan.
Dalında halen dökülmemiş sarı greyfurt (kız memesi) var, onun da dilimlerini tuza banarak ve çekirdeğini yiyerek, devam. Mahallede bir bahçede turunç var, benden başka yiyeni yok. Onbeş turunçla şekersiz marmelat yaptım; bol suda iki kere kaynatıp kabuklarının acısını çıkarttıktan sonra soğan gibi doğradım, iç dilimlerini çekirdekleriyle beraber içine atıp kaynattım. Turunçların suyu kaçma mevsimiydi, tencereye iki bardak su ilave ettim, iki saate yakın kaynattım, indirmeden önce bir kaşık kaya tuzu ekledim. Keşke hiç tuz eklemeseydim, sulandırarak içeceğim zaman azcık serpsem olacakmış, tuzlu kaçtı ve ayaklarımda su tuttu, ödem yaptı. Sonra bunun yerine taze turunç meyvesinden günde birkaç dilim yemeye geçtim.
Greyfurt kompostosu, çekirdeği, turunç dilimleri, onun da çekirdeği… Günde bir kâse, iki kâse kompostoya devam ediyorum.
Şimdi en güzel meyvenin mevsimi geldi. Karayemiş! Çekirdeğini meyvesiyle beraber çiğneyerek sabah aç karnına bir avuç yiyorum. Geçen yıldan dolabımda Giresunlu komşumun hediyesi karayemiş turşum vardı, tazesi çıkıncaya kadar ondan da birkaç tane çekirdeğiyle yedim.
En güzel yiyeceği şimdi söyleyeceğim. Yemeğin yanında bir kâse sirke katığı turşu! Geçen sezondan armut sirkelerim şişeler dolusu duruyor. Hediye vermekle bitiremedim. Bir kavanoz sirkeye şimdi az haşlanmış taze fasulye, yerli salatalık, yeşil biber katıyorum, yemesi de çok hoş. Sirkeye turşu kurarken az kaya tuzu, bir baş sarımsak atıyorum, üç gün sonra yemeye hazır!
Akşamları yatmadan önce zerdeçallı bir kâse probiyotik yoğurt, iyi bir uyku için de çok iyi geldi.
Ekşi köpüklü yayık ayranı şekeri düşürürmüş, bilmiyordum, sütçü teyzeden öğrendim. Ama yayık ayranı bulamıyorum. Çarşıda iki yerde Artvinli restoranda var, pahalıydı ama iki kere gittim içtim.
Mevsim yeşilliklerinden cacık; semizotu, marul, salatalık, nane… Kendi bahçemden, doğal, her öğünde, kahvaltıda bile… Miktarını artırmam gerekti. Dr.Ümit Aktaş bir videosunda yeşillik ölçüsünü bir porselenin yarısı kadar gösterdi, diğer yarısı örneğin baklagillerden tencere yemeği, diğer yarısı yeşillik şeklinde göstermişti.
Dr.Ümit Aktaş’tan aç kalma süresine ilişkin daha önce bilmediğim bir şey öğrendim, uyguluyorum. Ara öğün diye bir şey yok. Örneğin yediğiniz öğünden dört saat sonra acıkırsınız, bu süreyi bir saat daha uzatın, o sırada vücut protein ihtiyacını sizdeki yağa/ şekere saldırarak karşılıyor. İşte bu sırada şekeriniz düşüyor, karın bölgenizdeki yağlar eriyor.
Kanser hücresi de şekerle beslendiği için bu yöntem şekeri yok ederken kanseri de önlüyor. Ekşi, acı, baharat, probiyotik, sirke, mayalılar, acı çekirdek, vb.
Ekmek ne kadar yiyorum derseniz; ekşi maya köy ekmeğinden bir öğünde yarım dilim.
Şekerimin düşüş serüvenine gelince: İlk iki haftada 300’lerde seyretti, üçüncü hafta 200’lerde, dördüncü hafta 160-190 arasında seyretti. Endokrinde randevu alabildiğim 4.haftanın sonunda doktor ekrana bakıp şaşkınlık yaşadı. “Bir ay önce 400 şeker, hiç ilaç kullanılmamış ve bir ay sonra 200’ün altındasınız. Hiç ilaç kullanmadan mı?”
“Evet, sırrı ‘panzehiri kendinde’. Beni şeker yükleyen o portakalların şimdi çekirdeğini yiyorum” dedim.
“İki ay sonra gel” dedi. Henüz iki ayı doldurmadım. Bu hafta şekerim 121-160 arasında seyretti. Ancak bu sabah dalından ballı iki armut yiyerek perhizi bozdum, bir tane de kahvaltıda hurma yemiştim. Kahvaltıdan iki saat sonra tokluk şekerime baktım, 197 çıktı. Yani bu sabah perhizi bozma hatası yaptım. Derhal düzeltmeliydim; bir yeşil ceviz içi, bir turunç, bir avuç karayemiş çekirdekleriyle, sonra altı saat arayla öğlen öğünü olarak etli kuru fasulye, cacık.
Bu arada, kendime öğle arasında bir fincan şekersiz Türk kahvesi ikram etmeye başladım. Bir buçuk ayda 400’den 121’e düşürmüşüm; bu kadar sıkı diyetten sonra bir fincan kahve ödülü hak etmiş olmalıyım. Dr.Ümit Aktaş da bir fincan kahve öneriyor.
İşte Rizelinin şeker diyeti!
Mahiye Morgül
Bu yazı yorumlara kapalı.