Çayırdaki çaylık ile bayırdaki çaylık arasında ruhsatlandırma farkı olmalıdır.
Doğaya kafa tutuyoruz, farkında değiliz yaşam zincirini kırdık, doğa da kendi kuralını işletiyor. Sonuçlarını tahmin etmek çok mu zordu?
Rizeli yazar olarak aynı acıları tekrar yazmamak için bir kere daha uyaracağım. Bu kez halkı değil ilgilileri uyaracağım. Bayıra yapılan çaylık için devlet denetimi şart diye düşünürken bu yazımın araştırma konusu ortaya çıktı. Sele gitmesi muhtemel çaylık için ruhsatlandırma kurallarımız olmalıydı.
Yüzde 45 den fazla dik ve tamamen ağaçsız bırakılmış çaylıklara ruhsat verilmemesi gerekir diye aklımdan geçirirken ruhsat yönetmeliğine baktım. Risk alanlarından söz eden önleyici tek hüküm göremedim. Buyurun, birlikte bakalım:
ÇAY BAHÇESİ KURACAK OLANLARA RUHSATNAME VERİLMESİNDE UYGULANACAK ESASLARA DAİR YÖNETMELİK
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı; çay tarım alanlarında, çay bahçesi kuracak olanlara, önceden almaları gereken ruhsatnamenin verilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 4/12/1984 tarihli ve 3092 sayılı Çay Kanununun 2 nci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.
MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen;
a) Bakanlık: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığını,
b) Çay bahçesi: Çay tarım alanları içinde kalan ve üzerinde çay bitkisi dikili olan araziyi,
e) Çay bahçesi kurma ruhsatnamesi: Çay bahçesi kurmaya elverişli araziler için düzenlenen belgeyi,…
…
Çay bahçesinin kurulacağı arazi için bakalım ne diyor?
Elverişli arazinin tanımına baktım. Toprak kaymasına sebebiyet verecek bir tehlikeden söz edilmemiş. Kurulacak tarlanın düz arazide olduğu var sayılmış. Okuyalım:
Çay bahçesi kurulacak arazilerde aranılan şartlar
MADDE 6 – (1) Çay bahçesi kurulacak arazilerde;
a) Toprak yüzeyinden bir metre aşağıya çay köklerinin nüfuzuna mani olacak sert bir tabaka bulunmaması,
b) Toprağın alt kısmının çay köklerini çürütecek derecede su tutan bir tabakayı ihtiva etmemesi,
c) Toprağın tamamının kumdan ibaret bulunmaması …
Çay bahçesi kurma ruhsatnamesi alanların yapacağı işler
MADDE 8 – (1) Çay bahçesi kurma ruhsatnamesi alanlar;
a) Araziyi her türlü bitki örtüsünden temizleyip işleyerek çay fidesi dikimine uygun hale getirir.
b) İlgili ÇAY-KUR çay fabrikasına başvurarak yaptığı işleri teknik elemanlara kontrol ettirir….
…
Görüldüğü gibi, yönetmelikte bugün yaşadığımız toprak kaymalarına karşı hiçbir önleyici madde yok. 1984’den beri kullanılan bu yönetmelikte araziyi her türlü bitki örtüsünden temizlemekten ibaret bir ruhsat yönetmeliği var. Oysa çayırda değil bayırda tehlike var, buna göre yönetmeliğin acilen güncellenmesi gerekir. Buna göre pek çok çay bahçesinin ruhsatının iptal edilmesi gerekecek, geri yeniden ormanlaştırılması gerekecek.
Onun için bu iş kolay değil. Ama bence zor da değil, onun da ekonomiye kazandırılacak şekilde değerlendirilmesi mümkündür; ıhlamur, kestane, karayemiş, fındık, kokulu üzüm, armut, arıcılık, vb. yapılabilir. Onu ayrıca konuşuruz, şimdi gelelim bayırda çay setleri doğaya ne zarar veriyor ve sonucunu toprak kayması olarak görüyoruz, onu konuşalım.
Rize dağlarının toprak tabakası çok verimli gübreli çürümüş topraktır. Hem kayaların üzeri hem ağaçların altı çok hızla yosun bağlar. Kara yosunu ve kaya yosunu en güzel şekilde toprağı korur ve altını da nemli tutar. Bu yosunlar şifa ve gübre kaynağı olarak da değerlendirilebilir, ancak burada konumuz bu değil.
Bayırda yosunlar üzerine inen yağmur suyunu halı gibi süzerek tertemiz ve sakince aşağılara kadar kaydırarak indirir, derelere kadar taşır. Basit bir yosun tabakası deyip geçmeyin, altındaki muhteşem verimli toprağın erozyona gitmesini de önlüyor.
Yani teraslanmış çay bahçesi mi, yoksa yosun tabakasıyla kaplanmış ağaçlık mı?
Peki yamaçta çay setleri dediğimiz teraslarda ne oluyor?
Kısaca, evimizin terasında olanların aynısı oluyor; yağmur terasta kova gibi gölleniyor, evin duvarını tehdit ediyor, betonu gevşetiyor, sonunda balkon çöküyor. Bir balkon yıkılsa diğerleri de aynı şekilde gevşemiş halde olduğu için toprak kayması yaşanıyor.
Peki, biliyoruz ki ağaçlar/kolonlar yoksa toprak senin değildir, yıkılır gider. Yani uzun ömürlü ağaçlar, belirli aralıklarla neden zorunlu olmasın? Her ağacın dallarının genişliği kadar kök payı toprak onun hakkı olarak bırakılmalıdır.
Her metrekareyi çay yapmak neden? Bu kadar aç gözlü olmanın ne gereği var? Kurdun kuşun karıncanın payını bırakmazsak tabiat ana öfkesini böyle çıkartır.
Yönetmelikte maalesef öyle yazıyor. “Araziyi her türlü bitki örtüsünden temizlemek” şartı getiriyor. Böyle bir yönetmelikle buraya kadar, çok can kaybı çok mal kaybı yaşadık, artık yeter demenin vakti gelmiştir. İşin ehli olan yok, öyle anlaşılıyor. Kimse elini taşın altına sokmak istemezse olanlar bundan ibaret kalmaz. Biline.
……
Sahilde toprak kaybı nasıl önlenir?
Bilinmeyen bir diğer husus da, sahilimize yapılan dolgular sırasında deniz ile topraklı dolgu alan arasındaki ilişkinin yeniden nasıl kurulacağı hususudur. Portakallık mahallesinin sahilindeki dolgu alana yapılan paraşüt sahası ile deniz arasında yapılması gereken bir sıra ağaç dikme işi ihmal edilmiştir. Bu işi kendim üstlendim. Park bahçeden gelen çim kesme ekibi benim diktiğim fidanları çimen zannedip kökleyip atmazsa bu işi başaracağım. İki kere köklenmiş karayemiş fidanlarını söküp attılar. Oysa onlar ağaç oldukları zaman buradaki toprak denize gitmeyecek, bilmiyorlar. Bu sahilde büyümüş birisi olarak söyleyeceklerimin dikkate alınmasını istiyorum. Üçüncü kez fidan diktim. Erozyonla değil cehaletle savaşıyorum.
Eğer dalgaların yılda bir kere ulaştığı bir noktada kökleri geniş saçaklı olan ağaç yoksa dalgalar oradaki toprağı götürür. Ormanda kara yosununun gördüğü işi burada ağacın kökleri yapar. Çay bahçeleri nasıl ağaçsız bırakıldıkları için sele gidiyorsa, sahili de ağaçsız bırakırsak toprak denize gider.
Örnek için İslampaşa mahallesinde caminin karşısındaki karayemişe ve yanındaki ağaçlara bakınız. Köklerinin bir kısmı denize sarkmış ve dimdik ayaktalar. Bunlar görünen örnekler. Az ilerisinde ağaç olmayan yeri deniz yola doğru aşındırmış haldedir. Rize’de, deniz kıyısında sahil-bahçe ilişkisini görmek isteyene bu bir örnektir.
İslampaşa mahallesinde görülmesi gereken bir yer daha var. Atletizm sahasının deniz kenarından söz edeceğim. Sahanın deniz tarafında kendiliğinden yeşermiş nar, dut ve incir ağaçları var. Mahallenin becerikli kadınları bu kıyıda fasulye, lahana, kabak, vs ekmişler, ne güzel de etmişler. Fakat, deniz kıyısında kendiliğinden yetişmiş olan bu ağaçlar sayesinde bu sebzeleri dikebildiklerini belki de bilmiyorlar. Şimdi ben de atletizm sahasının duvarı boyunca üzüm asmaları, karayemiş, yenidünya ve en son mor salkım sarmaşığı diktim. Çoğu tuttu. Bu taraflara belediyeden karışan olmuyor, iyi ki de olmuyor. Mahalleli kadınlar gayet güzel yeşillendirmişler orayı. Ben onlardan öğrendim kayaların üzerini topraklandırmayı.
Sorun Portakallık mahallesindeki paraşüt sahasının deniz tarafına diktiğim ağaç fidanlarını korumakta. Çim budamaya gelen işçiler yolup attılar. Bu hafta üçüncü kez diktim. Bir kıyısında, kayaların toprakla buluştuğu yerde, kaful sarmış halde akasyalar vardı, neyseki biçiciler onları fark etmemişler. Fakat, nasıl oluyorsa akasyanın dibindeki karayemiş fidanını görüyor, onu söküp atıyorlar!
Dün sabah yağmur öncesi gittim, akasyaları güzelce budadım, iki dal bıraktım. Ona asma sardıracağım; hemen yanına iki hafta önce daldırdığım kokulu üzüm tutmuş. Sabah giderken bizim caminin önündeki ıhlamurun dibinde gördüğüm filizlerden köklediklerimi de yanı sıra iyice daldırarak diktim. Tutacaklar diye ümitleniyorum. Çünkü birkaç gün sürecek yağmurlar geldi üzerlerine.
Bu sahil benim için çocukluğum demektir. Torunlarım da buraları meyveli görsün istiyorum. Sahilde dalından dut yesinler…
Altmış yıl önce bitişiğimizdeki bahçede öyle büyük bir dut ağacı vardı ki, dalları denizin üzerine sarkardı, erkek çocuklar onun dallarından denize atlardı. Böyle büyük bir dut ağacı da Gülbahar İlkokuluna giderken deniz kenarında vardı.
İslampaşa’nın merkezindeki dut ağacını ayrıca anlatmak lazım; Zincirli Köprü’den geçip Hamzabey’den aşarak buraya kadar yürüyerek alışverişe gelen delikanlılar dutun dalına çıkar, dut ve ekmekle karınlarını doyururlardı. Böyle ekmekle katık edilerek yenilen meyvelerden biri de karayemiştir, pek bilinmez.
Erozyona daha neler vermedik ki!
Toprağımız suya giderken içim yandığı gibi 2006 yılında bütün okul kütüphaneleri hamura giderken de içim yandı, hâlâ yanar. Kitapların hamura gittiğini bilen kaç kişi var?
Kültürümüzü ve eğitimimizi erozyona verdik! Sonuçları ortadadır.
Cumhuriyetimizin Osmanlı’dan beri birikimi olan tüm bilimsel eğitim kaynaklarını suda erittik. Kamyonlar dolusu okul kütüphaneleri geri dönüşüme gitti, hamur oldular. Tuvalet kâğıdına dönüştürülüp tekrar bize satıldı, biliyor muydunuz?
O eski kitaplarda tabiat bilgisi öğretilirdi, dahasını söylemeyeyim, içim acıyor.
Üçüncü bin yılın bilimevleri böyle yok edildi. Şeytan aldı götürdü, hamur etti, beyaza boyadı geri bize sattı. Nasıl oldu demeyin, siz sağdınız bunlar olurken, bu bakan bey de eğitim başı olarak ders kitaplarından ve müfredattan sorumluydu, görevlendirilmişti, şimdi de öyle.
Şimdi gelin, en verimli topraklarımızı sellere sulara vermeyelim, can kaybı mal kaybı yaşamayalım, tabiat anayı küstürmeyelim. Akmenid Oğuzlu kralı Kuruş (Zulkarneyn) gibi yükseltelim koruma duvarlarımızı, dışarıdan borç (ve emir) almayalım, kendi buğdayımızı üretip yiyelim, paramızın ve toprağımızın efendisi kendimiz olalım, artık erozyona tek karış toprak kaptırmayalım. Ve bu nedenle;
“Çayırdaki çaylık” ile “bayırdaki çaylık” arasında farkı görmeyen, ikisini aynı şartlarda ruhsatlandıran yönetmeliği derhal değiştirelim.
ÇAY RUHSATNAMESİ YÖNETMELİĞİ ACİLEN YENİLENMELİDİR.
Mahiye Morgül /Rize
Bu yazı yorumlara kapalı.